Resmi belgelerde “4 Numaralı Rüsûmât Vapuru” adıyla kayıtlı olan gemimiz, dünya denizcilik tarihinde batırıldıktan sonra çıkarılarak yeniden savaşan tek savaş gemisidir. Bu yüzden halk arasında “Ölüp dirilen gemi” olarak da anılır.
Rüsûmât vapurunun bu hazin dolu inanılmaz kahramanlık serüvenine başlamadan önce, Kurtuluş Savaşı öncesi Osmanlı donanmasının genel durumu hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum.
Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de Limni Adası Mondros Limanı’nda demirli olan İngiliz Agamemnon zırhlısında, İtilaf devletleriyle Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. O esnada İngiliz Akdeniz Filosu 22 savaş gemisiyle İzmir Limanı’ndaydı. Mütareke gereğince, bütün savaş gemilerinin müttefiklere teslim edilmesine ve onların gösterecekleri limanlarda enterne edilmesine onay verildi. Boğazlar ve Marmara Denizi’nin yönetimi müttefiklerin eline geçti.
İngiliz Akdeniz Filosu, kısa sürede müttefik donanmasına dönüşerek 13 Kasım 1918’de 55 parça gemiyle bu sefer İstanbul’daydı. Bu donanma, Mustafa Kemal Atatürk’ün Anadolu’dan İstanbul’a geldiği aynı gün boğazda “Kartal İstimbotu” ile seyir halinde iken, “Geldikleri gibi giderler” dediği müttefik düşman donanmasıydı.
Mustafa Kemal Atatürk, Kartal İstimbotu’ndan verdiği “Kurtuluş” mesajının gereği olarak ilk adımını, 19 Mayıs 1919’da “Bandırma Vapuru”yla Samsun’a çıkarak attı.
O tarihte Osmanlı Devleti kendi kıyılarını koruyacak bir donanmaya sahip değildi. Karadeniz parsellenmişti. Fransızlar Batı Karadeniz’i (Ereğli ve Zonguldak), İngilizler ise Doğu Karadeniz’i (Samsun ve Trabzon) kontrol ediyordu. Yunanistan da Türk askeri deniz nakliyatını kesmek ve Pontus çetelerini besleyip Anadolu’da anarşik bir durum yaratmak için Karadeniz’de bulunuyordu. Ve bunların hamiliğini üstlenen Amerika Birleşik Devletleri de (ABD) savaş gemileriyle Marmara ve Karadeniz’deydi…
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin kurulması sonrası deniz politikamızı üretmek, Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenme sürecinde deniz ikmal yollarını oluşturmak ve yapılacak nakliyatın planlı ve düzenli olarak yürütülmesini sağlamak maksadıyla 10 Temmuz 1920 tarihinde Ankara’da “Umûr-ı Bahriye Müdürlüğü” (Deniz İşleri Müdürlüğü) kuruldu.
SİLAHLI KUVVETLERE BÜYÜK SINIRLAMALAR GETİRİLMİŞTİR
Ne yazık ki o dönem, Balkan Savaşındaki genel karargâhtan miras kaldığı biçimde, Deniz Kuvvetleri, kara birliğinin bir taburu gibi taşıma hizmetlerinde kullanılacak bir araç sayılıyordu! Harekât açısından Genelkurmay Başkanlığı’na, idari açıdan da Milli Müdafaa Vekâleti’ne (Milli Savunma Bakanlığı) bağlanan bu kuruluşa öncelikle Karadeniz’deki deniz nakliyatını tesis ve idame etme görevi verildi. Ayrıca mevcut deniz teşkilleri de bu Müdürlüğe bağlandı. TBMM hükümeti tüm deniz işlerini bu teşkilat aracılığıyla yürütüyordu.
Ancak, Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de imzalan Sevr Antlaşması, uğranılan yenilgiyi onaylıyor, silahlı kuvvetlere büyük sınırlamalar getiriyordu. Mondros Mütarekesi’nin ilkeleri çerçevesinde Osmanlı savaş gemileri İtilaf devletlerine teslim edilecekti. Yine de, “Müttefik Deniz İşleri Komisyonu” Osmanlı yöneticilerine yeterli bir kıyı karakol imkânı sağlamak için 77 mm’likten büyük çaplı olmamak kaydıyla en fazla iki top taşıyacak belli sayıda gemiye (6 gambot,
6 torpidobot) izin veriyordu. Geri kalan bütün gemiler söküme gidecekti. Sonuçta, toplam 4 bin ton tutarında gemiye ve 600 mürettebata izin vardı.
İstanbul ve çevresindeki ambarlardan Anadolu’ya sevk edilen malzemenin yanı sıra özellikle Rusya’dan ve Almanya’dan silah ve askerî malzeme tedariki önem taşıyordu. Kurtuluş Savaşı’nda Batı (Garp) Cephesi’nin deniz cephesinden ikmal edilmesine çok ihtiyaç vardı. Müttefik donanmasının Anadolu kıyılarını abluka altına alması, kontrol sahalarının ve ana ulaştırma hatlarının durumu göz önüne aldığında Karadeniz “stratejik deniz nakliyatı” için uygun bir konuma geliyordu. Karadeniz’deki mücadelenin sonucu, karadaki meydan muharebesinin geleceğini tayin edecekti.
Rus Bolşevik Hükümeti ile yapılan görüşmeler neticesinde 24 Ağustos 1920 tarihinde Sovyet Yardım Antlaşması imzalandı. Almanya’dan gizli ve özel yollarla getirilen ve Rusya’dan sağlanan silah ve cephaneler Eylül 1920’den itibaren Anadolu donanmasıyla Karadeniz kıyılarına nakledilmeye başlandı. Milli mücadelenin Karadeniz’deki deniz cephesinde artan yoğun faaliyetler nedeniyle Umûr-ı Bahriye Müdürlüğü’nün adı 1 Mart 1921’de, “Bahriye Dairesi Reisliği” olarak değiştirildi. Bu dairenin başına da deniz harekâtından sorumlu Kara Kuvvetlerinden bir Kurmay Albay atandı! Karadeniz’deki tüm deniz askeri nakliyatın sorumluluğu bu bağlamda kurulan “Trabzon Nakliyatı Bahriye Komutanlığı”na verildi.
Stratejik değeri çok yüksek olan bu deniz nakliyatı, Karadeniz’de, Akçakoca’dan Hopa’ya kadar uzanan 32 adet “Liman Reisliği” ve 1921 yılı ve sonrasında teşkil edilen 9 adet “Gözetleme İstasyonları-Yardımcı Nakliyat İstasyonları” ile koordineli olarak yürütülüyordu.
Kurtuluş Savaşı sırasında Türk deniz harekâtı, iyi örgütlenmiş kara gözetleme istasyonlarına dayandırıldı. Karadeniz’e çıkan düşman gemileri çok iyi izleniyor, hareketleri değerlendiriliyor, liman reisliklerine gerekli bilgiler sağlanarak taşımacılık yapan gemilerin güvenliği sağlanıyordu.
Yunan, ihtiyaç duyduğu nakliyatı kocaman ticaret gemileriyle ve hiçbir askeri tehlike içinde kalmadan yaparken, Türkler deniz nakliyatını Yunan ve Yunan taraflısı İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin yaptığı çok sıkı “savaş kaçağı nakliyat kontrolü” altında, sayları 25 civarında olan irili ufaklı teknelerle (Gambot, Şilep, Romörkör, Vapur, Motor ve Yelkenli) yapıyordu. Bu tekneler ise İstanbul’dan kaçırılan ve denizde yakalayıp el koyulan teknelerden oluşuyordu.
Yani icra edilen deniz nakliyatı, düşman gemilerinin rahat rahat gezdiği ve nakliyatımıza büyük bir tehlike teşkil ettiği bir deniz harekât alanında icra ediliyordu. Bundan ötürü, cinsleri ne olursa olsun, 600 millik bir mesafede Türk deniz vasıtalarının yaptığı bu görev ilk önce harekât, sonra nakliyattı.
Bu strateji doğrultusunda Karadeniz’de gizli olarak icra edilecek deniz nakliyatı, İstanbul’dan Karedeniz Ereğlisi ve İnebolu’ya, Novroseski-Tuapse-Batum’dan Trabzon’a ve Trabzon’dan da Samsun ve İnebolu’ya doğru uzanıyordu.
Rüsûmât vapuru işte bu birkaç değerli tekneden sadece biriydi.
TAHRİP EDİLEREK BATIRILAN TEK GEMİ
Anadolu donanmasının en eski, çağdışı kalmış gemilerinden biri olan Rüsûmât vapuru Kuvâ-yi Milliye ruhuyla Türk denizcilerinin elinde destanlar yazarak dünya denizcilik tarihinde kolay kolay rastlanılmayacak olaylara imza atmayı başardı. Ancak, tahrip edilerek batırılan tek gemi o olacaktı…
1891 yılında İngiltere’de Trawler (Trol) balıkçı gemisi olarak inşa edilen (yük taşıma gemisi olarak inşa edildiğini yazanlar da vardır) Rüsûmât vapuru 1913’de Osmanlı Devleti tarafından satın alındı.
85 ton ağırlığında, 6 deniz mili sürat yapabilen, İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığının Deniz Tarihi Arşivi kayıtlarında 33,5 m boyunda ve 6,8 m eninde olan stimli bir tekneydi.
Bir yıl süreyle Osmanlı Gümrük Dairesi'nde hizmet verdi. Ağustos 1914’de üzerine iki adet 37 mm’lik seri ateşli top monte edilerek Osmanlı donanmasının emrine tahsis edildi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında mayın tarayıcı ve karakol gemisi olarak görev yaptı. 1916-1918 yılları arasında Marmara’da İstanbul, Gelibolu, Biga, Tekirdağ ve Bandırma gibi limanlar arasında kömür, cephane, asker ve yiyecek taşıdı. Posta vapuru görevi de yapan Rüsûmât vapuru, şamandıra değiştirilmesi ve gemi kurtarma çalışmalarında da kullanıldı.
Birinci Dünya Savaşı'nın bitişiyle beraber 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla 6 Kasım 1918’de Rüsûmât (Vergi) Müdüriyeti’ne devredildi. Sonrasında ise kaçakçılığa engel olmak üzere İstanbul Hükümeti tarafından Karadeniz/Ereğli’ye gönderilen Rüsûmât vapuru,
10 Haziran 1920’de Milli Hükümet emrine girdi.
Deniz birliklerinin teşkilatlanmaya başladığı, liman reislikleri ve diğer hizmetler henüz kuruluş safhasında iken Sovyet Rusya ile 24 Ağustos 1920’da yapılan antlaşma gereği, Rus limanlarından Trabzon Limanı’na yapılacak askeri deniz nakliyatı 20 Eylül 1920’de başladı.
Gazal Römorkörü ve yedeğindeki Dana Yelkenlisi ve Rüsûmât vapuru, Rusya’nın Tuapse limanından Trabzon’a ilk deniz nakliyatını yapan gemilerdi. Rüsûmât vapuru 4 Kasım 1920’de yaptığı ilk seferinden Trabzon’a 632 tüfek, 615 kasatura ve 1180 sandık dolusu cephaneyle geldi.
Anadolu donanmasının ilk deniz nakliyatını yapma şerefini kazanan iki gemiden biri olan Rüsûmât vapuru, 12 Kasım 1920’de Tuapse’ye ikinci seferini yaptı. 1 Aralık 1920’de Trabzon’a döndüğünde bu sefer 438 tüfek, 412 sandık cephane ve 378 kasaturayla geldi.
25 Şubat 1921’de III. Kafkas Tümeni 7’nci Alayından 3’üncü Taburu (350 tüfek ve 4 makinalı tüfekle beraber), milli mücadelede görev alan Gazal römorkörü ile birlikte Trabzon’dan Hopa’ya taşıdı.
Gözü kararlılığı ve soğukkanlılığıyla tanınan, neşesinden dolayı da “paskal” takma adıyla anılan Rüsûmât vapurunun son komutanı Yüzbaşı Galatalı İsmail Mahmud (Gökbora) bin Ahmed Efendi, komutanlık görevini 6 Mart 1921’de teslim aldı.
BATIYA İLK SEFERİ YAPAN VAPURLARDAN OLDU
Rüsûmât vapuru bu tarihten sonra Rusya’dan Trabzon’a silah ve cephane sevkiyatına devam ederek Mayıs 1921 başlarında 1671 sandık, 19 Mayıs günü 500 sandık ve 1 Haziran 1921’de ise 2115 sandık cephane getirdi.
Rusya’dan Trabzon’a getirilen ve askerî ambarlarda istiflenen bu malzemenin bir an önce batıya sevki gerekmekteydi. Batıya ilk seferi yapan yine Gazal ve Rüsûmât vapuru oldu. Rüsûmât vapuru son seferde getirdiği yükü Trabzon’a boşaltmayarak direkt İnebolu’ya götürdü.
Rüsûmât vapuru 30 Haziran’da Gazal ve yedeğindeki vasıta ile birlikte Samsun’a 4 top, 1144 sandık cephane, 10 Temmuz’da ise 2081 sandık cephane nakletti.
Doğu cephesinde Kazım Karabekir Paşa'nın komuta ettiği 15’inci Kolordu, Ermenileri bozguna uğratınca, Ermeniler ordumuzun eline pek çok harp malzemesi bıraktı. Anadolu ordusu İnönü utkularını kazanmış, Kütahya-Eskişehir savaşlarını vermiş, Sakarya Savaşı’nın başlamasına bir haftaya yakın bir süre kalmıştı. Bu büyük ganimetin Batum’dan yüklenerek son hızla Batı Cephesi'ne nakletmek üzere gemiler sıraya girdi. Aydın Reis ve Preveze gambotları, Şahin vapuru, Gazal römorkörü ve daha birçok ufak tefek gemilerle beraber Rüsûmât vapuru da bu maksatla görevlendirildi.
Ancak bu nakliyat, diğer gemiler hariç, Rüsûmât vapuru için olaylı geçecekti.
Ele geçirilen harp malzemelerinin yük katarıyla Batum Limanı’na getirilmesi sonrası hemen işe koyuldu. Ancak, çoğunluğu Ermeni olan liman işçileri, sandıkların gemilere taşınmasına yanaşmadı. Bunun üzerine bütün subaylar, erler ve Batum’daki Türkler bu taşıma için gönüllü oldu.
16 Ağustos 1921 Salı günü iki adet 88 mm’lik İngiliz topunun ve 354 cephane sandığının Batumlu Türklerin de yardımıyla Rüsûmât vapuruna yüklemesi işi tamamlandı. Aşırı yükten dolayı geminin güvertesi deniz yüzeyi ile neredeyse aynı seviyeye gelmişti.
Bu tarihlerde Karadeniz’in hemen her yerinde düşman savaş gemilerinin abluka girişimleri bir kat daha artmıştı. Bu nedenle Sovyet yardımı silah ve cephanelerinin, Rus limanlarından Anadolu limanlarına kaçırılması çok zorlaşmıştı. İki Yunan savaş gemisi sürekli olarak Trabzon ile Batum arasında karakoldaydı. Harıl harıl dolaşıp cephane taşıyan gemilerimizi arıyordu.
Yükünü alan Rüsûmât vapuru, Batum’dan Trabzon’a hareket edecek, oradan alacağı talimata göre yükünü uygun bir Anadolu limanına boşaltacaktı. Gündüz hareket olanağı yoktu. Çünkü Yunan devriye gemileri limanı en iyi biçimde gözetleyebilecek bir yer olan, sınıra yakın Mahrival’da bekliyordu. Ayrıca Batum’daki Rum ve Ermeniler de Yunan gemilerine bilgi ulaştırıyordu. Daha Rize’ye varmadan yakalanıp batırılırdı.
Yunan gemilerinin bölgedeki yoğun keşif, gözetleme ve karakol faaliyetleri nedeniyle intikale geçmek için havanın iyice kararması bekleyen Rüsûmât vapuru, kurban bayramının ikinci günü geceleyin tam karartma uygulayarak Batum Limanı’ndan gizlice hareket etti. Yüzbaşı Mahmut komutan, fark edilmemek için gemide sigara içilmesini dahi yasaklamıştı. İkinci komutan Üsteğmen Reşat Talayer, Güverte Teğmen Fahrettin Akyollu kaptan köşkünde yerlerini aldı. Bu Rüsûmât vapurunun dokuzuncu seferiydi.
Düşmanın Batum’daki casus teşkilatına rağmen yakayı ele vermeden düşman karakol hattını geçmeyi başaran Rüsûmât vapuru kıyı kıyı gidecek, uygun yerlerde liman reisliklerinden düşman gemileri hakkında bilgi alacaktı.
Rüsûmât vapuru Yunan savaş gemilerine yakalanmadan 17 Ağustos (Çarşamba) sabahı, gün ağarırken salimen Trabzon Limanı’na vardı. Bir motor liman girişinde onları bekliyordu. Gemi, mendireğin içine girdi ve motorun işaret ettiği yere demirledi. Mühendis Teğmen Cevat Talu ile Güverte Teğmen Kemalettin Bozkurt gemide nöbetçi kaldılar. Yüzbaşı Mahmut komutan ve subaylar motora geçerek Trabzon Nakliyatı Bahriye Komutanlığı’nın iskelesine yanaştılar. Kendilerini bekleyen Binbaşı Fahri komutanla önce askerce selamlaşıp sonrasında kardeşçe kucaklaşıp bayramlaştılar.
“İYİCE AZDI BUNLAR”
Trabzon’a vardıklarında, Yunan savaş gemilerinin Rize’de karpuz ve tütün yüklü bir tekneyi silah taşıdığı kuşkusuyla batırdıklarını, yine aynı kuşkuyla Vona (Perşembe) açıklarında üç kayığın İngilizler tarafından batırıldığını öğrendiler. Anlaşılan o ki Rüsûmât vapuru Rize’de düşmanın top atışlarından kıl payı kurtulmuştu.
Binbaşı Fahri, “Yükü İnebolu’ya indireceksiniz… Her zamanki gibi gece yol alın, hava aydınlanmadan önce bir limana sığınıp saklanın. Çünkü iyice azdı bunlar. Kıyı gözetleme postaları, limanlara düşman gemilerinin durumunu bildiriyor. Ona göre hareket edersiniz” dedi.
Trabzon’da muhtelif ikmal maddelerini gemiye yükleyen Rüsûmât vapuru, hava karardıktan sonra İnebolu’ya gitmek üzere Batı’ya doğru tekrar intikale geçti.
Yüzbaşı Mahmut komutanın niyeti aldığı emir gereği düşmanla ilgili bilgileri Ordu Limanı’nda aldıktan sonra hemen ileri harekete geçmekti. Ancak, Rüsûmât vapuru o gece Ordu Limanı’na girer girmez Liman Başkanı (Reisi) Dursun Bey bir motorla gemiye hızla yaklaştı. Rüsûmât vapuru hız kesti ve Dursun Reis’i gemiye aldı. Elinde resmi bir telyazısı vardı. Dursun Reis iyi haber getirmemişti. Yazıda, “Ereğli Baba Burnu’ndan Doğu’ya doğru bir düşman kuvvetinin gelmekte olduğu, bu nedenle Ordu’da verilecek emirler doğrultunda hareketlerini tanzim etmesi gerektiği…” bildiriliyordu. Bu gelişme üzerine Yüzbaşı Mahmut komutan sahile yakın bir mevkide demir attı.
Batıdan Ordu’ya doğru karakol yaparak gelen düşman Yunan filosu, Alkyoni sınıfı Daphne (Dafni) torpidobotu ile Wild Beast Sınıfı Panthir muhribinden oluşuyordu. Fazla yakıt sarfiyatı yapmamak için Daphne torpidobotu Panthir muhribini yedeğine almıştı.
* Daphne (Dafni)
* Wild Beast Sınıfı Panthir
Kurban Bayramı’nın son günü 18 Ağustos 1921’de (Perşembe) şafakla birlikte gelen ikinci bir telyazısında, “Topların cephaneleriyle birlikte süratle Ordu’ya çıkarılarak emniyete alınması” emrediliyordu. Ancak, Ordu Limanı’nda Rüsûmât vapurunun yanaşabileceği ne uygun bir iskele ne de bir vinç vardı.
Rüsûmât vapuru ağzına kadar cephane doluydu. Düşman gelmeden önce bunları hemen boşaltmak gerekiyordu. Yüzbaşı Mahmut komutan, Ordu Mutasarrıfı Ahmet Faik Bey (Sancak Beyi; o tarihte istifa etmiş olmasına rağmen halen görevinin başındadır), Belediye Başkanı Furtunzade Yusuf Sırrı Bey, Emniyet Müdürü Mehmet Ali Bey ve Liman Reisi Dursun Bey’le görüştü. Mutasarrıf, bu boşaltma işini Ordulular olarak başarabileceklerini söyledi. Emniyet Müdürü de kente tellal (çığırtkan) çıkararak herkesten yardım isteyeceklerini belirtti.
1 Mart 1921’de Ordu Mutasarrıflığına atanan Ahmet Faik Bey, Orduluların daha önceden de tanıdıkları bir kişiydi. 1908’de Ordu’da Kaymakam vekilliği yapmıştı. Altı ay gibi kısa bir süre Ordu Mutasarrıflığında kaldı. 1923-1927 yıllarında Ordu milletvekilliği de yapacak olan Ahmet Faik (Günday), olası bir çatışma ihtimaline karşı o gün 15-20 kişiden oluşan silahlı bir grubu sahilde görevlendirdi. Silahlı adamların başında da kardeşi Ziya Hurşit vardı. (Ziya Hurşit, milli mücadele içerisinde yer almış, TBMM birinci döneminde milletvekilliği ve Yozgat İstiklal Mahkemesi üyeliği de yaptı. 1926 yılında ise Atatürk’e Suikast davasından idam edildi.)
Reis, yükün hızla boşaltılması için Rüsûmât vapurunun mümkün olduğu kadar kıyıya yaklaştırılmasını istemekteydi. “Kıyı ile geminin arasına kayıkları yan yana sıralayıp bir köprü yaparız” diyordu.
Bu fikre aklı yatan Yüzbaşı Mahmut komutan gemiyi ağır ağır kıyıya yaklaştırarak, sığa oturtmadan, çok yakın bir mevkide demir attı. Reis’ten durumu öğrenen Ordulu kayıkçılar gemiyle kıyı arasında köprü oluşturmak için çala kürek (sürekli kürek çekerek) kayıklarını yan yana sıralamaya koyuldu. Bu arada Ordu kenti içinde sokak sokak dolaşan tellal, Orduluları yardıma çağırıyordu.
Her yaştan halk, işini gücünü bırakıp limana üşüştü. Liman Başkanı, hükümet memurları, Ordu halkı candan gayretlerle çalışmaya koyuldu. Kayıklar yan yana getirildi, üstlerine kalaslar döşendi, göz açıp kapanıncaya dek kurulan bu eğreti iskelenin üzerinden toplar sökülerek parçalar halinde geçirildi. Akşam alacakaranlık bastırdığında gemideki bütün savaş araçları ve cephane karaya çıkarılmıştı. Yaşlısı-genci, kadını-erkeği tüm Ordulular gemideki cephane ve silahları bin bir güçlükle, düşe kalka, cambazlık yaparak Askerlik Şubesi’nin taş binasının mahzenine omuzlarında taşıdı. (Silah ve cephanenin, Askerlik Şubesi’nin yanındaki taş binaya taşındığını yazan kaynaklar olduğu gibi, Saray Hamamı’nın odun deposuna ya da Ordu halkının evlerine taşındığını yazan kaynaklar da vardır.)
“DÜŞMANA TESLİM ETMEM”
O anda komutanın aklından tüm olasılıklar yıldırım hızıyla geçiyordu. “Ben bu gemiyi batırır, düşmana teslim etmem” diyordu. Genelkurmay’ın emri de böyleydi zaten. Hiçbir gemi düşmana teslim edilmeyecekti. Komutan Yüzbaşı Mahmut subaylarını da yanına alarak derhal gemisine geri döndü. Komutan bir “savaş aldatmacasına” başvuracaktı.
Personeli topladı ve kafasındaki çözümü onlarla paylaştı. Herhangi bir tehlike karşısında teslim olmamak için gemi önce batırılacaktı. Ancak, gemiyi öyle batıracaklardı ki düşman gittikten sonra tekrar kurtararak yüzdüreceklerdi. Mürettebat bu çözüme bayıldı. Araçlar, gereçler, haritalar, resmi ve özel eşyalar bir an önce kıyıya taşındı. Gelişmelere bağlı olarak gerekirse gemiyi batırmak üzere sekiz adet kinistin valfından (Bir tekneye denizden su almak için su kesiminden aşağıya konmuş ve gerektiğinde uzaktan açılıp kapatılabilecek valf) altısı derhal açılmaya hazır hâle getirildi. Ayrıca, geminin yanmakta olduğu görüntüsünü vermek üzere başüstüne gazyağı ve yanıcı maddeler de depolandı.
Düşmanın herhangi bir ateşine maruz kalmadan bir komutanın gemisini batırmaya karar vermesi belki de eleştirilebilecek bir hareketti. Flandra taşıyan bir geminin ilk önce düşmanıyla çarpışması ve ondan sonra teknesini batırması bir denizci geleneği idi. Fakat Rüsûmât vapurunda düşman ateşiyle mukabele edecek doğru dürüst bir silah dahi yoktu. Üstelik komutan, düşmanın Rüsûmât vapurunu batıracağından kesinlikle emindi.
Tüm hazırlık tamamlandı. 18-19 Ağustos 1921 gecesi olaysız geçti. 19 Ağustos (Cuma) sabahı ortam çok sessiz, hava güzel ve deniz çarşaf gibiydi. İlk olarak, iki gün önce Baba Burnu’ndan doğuya geçtiği bildirilen düşman gemilerinin Ordu Limanı’na doğru yaklaşmakta olduğu haberi geldi. Daphne torpidobotu ve Panthir muhribi Vona’da kayıkları aramış, limanlar arası taşınan mallar hakkında soruşturma yapmıştı. Gün iyice ağardığı sırada Ordu kentindeki gözcüler ufukta beliren iki kuşkulu teması belirledi. Düşman filosunun Ordu’nun Kalecik Burnu’na (Vona/Çam Burnu’nun alt kısmı) doğru yaklaştığı haberi alındığında şehirde telaş başladı. Liman çavuşu Yunan savaş gemilerinin Bozukkale’de (Cotyora) gözüktüğünü, hem koşuyor hem de avazı çıktığı kadar bağırarak haber veriyordu.
Komutan Yüzbaşı Mahmut, düşman gemilerinin yaklaştığı haberini alır almaz, önceden hazırladığı planı derhal uygulamaya koydu. “Aldatma harekâtı”başlıyordu...
Daphne torpidobotu o kadar yakınlaşmıştı ki artık güvertedeki askerler açıkça seçilebilmekteydi. Ordulular kıyıdan durumu izlerken Daphne torpidobotu içinde silahlı bir müfreze bulunan işkampavyasını (Açıktaki gemilerle kıyı arasında ulaşımı sağlayan deniz aracı, filika da denir.) denize indirerek limanın açığında demirli bulunan küçük Rize motorunda arama yaptı. (Bazı kaynaklarda, Limanın öte başında Rum kilisesi önünde boş bir yelkenli gemiyi aradığı ifade edilir.)
O esnada Başçarkçı Yüzbaşı Amasyalı Arif bin Mehmet Efendi makine dairesine koşarak kinistin valflarını açtı. Sular bütün şiddetiyle makine dairesine girdikçe Rüsûmât vapuru da yavaş yavaş sığ suya, kum semine oturmaya başladı. Bununla birlikte geminin baş tarafında çıkartılan yangında alevler yükselince komutan “Terki sefine…” (Gemiyi terk emri) emrini verdi. Erat, subaylar ve en son komutan gemiden ayrıldı. Bir bölümü küçük bir botla, bir bölümü de yüzerek kıyıya çıktı.
Rüsûmât vapuru bir yandan sulara gömülürken öte yandan yangın gittikçe gücünü arttırıyordu. Yangın baş taraftaki ambara sıçradı. Buraya bırakılan piyade cephaneleri ateş aldı. Patlamalar başlayınca, semaforla (Gemilerde işaretle haberleşmek için kullanılan bayrak) gemisine işaret veren işkampavya, Rize motorunun bordasında daha fazla kalmadan geri döndü. Aldatma başarılı olmuştu. İşkampavya gemi mataforasına (Sandalları, filikaları asmaya yarayan gemilerin bordalarında bulunan dikmeler) asıldıktan sonra Daphne torpidobotu kıç bayrak direğine büyükçe bir Yunan bayrağı çekti. Arkasından bir de kurusıkı top atışı yaptı. Ancak bunun ne alma geldiğini hiç kimse anlamadı. Daphne torpidobotu ve Panthir muhribi gün doğusuna doğru intikale geçerek uzaklaştılar.
Rüsûmât vapuru gemi güvertesine dek sulara battıktan sonra direği, bacası ve kaptan köşkü su üstünde kalmıştı. Artık bekleyecek zaman yoktu. Top atışı sonrası limanı terk eden düşman Yunan filosu bölgeyi terk eder etmez personel acilen gemiye geri döndü. Olayları kıyıdan izleyen Ordu halkı da yardıma koştu. Kayıklar Rüsûmât vapurunun çevresini sardı. Rüzgâr sahile doğru estiğinden başüstü güverte, pruva direği, ambarın ahşap bir kısmı ve erlere ait yaşam mahalli yanmıştı. Yanarak devrilen pruva direği kıyıya taşındı. Balıkçılar bir yandan kova kova su dökerek diğer yandan da bir takaya yerleştirdikleri Gümrük İdaresi’nin çok ilkel yangın tulumbasıyla yangına müdahale ediyordu. Askerlerin ve halkın olağanüstü çabaları sonucu yangın kontrol altına alınarak gemi kurtarıldı. Makine dairesinde sular silindir kaverlerine kadar yükselmişti. Ancak, gemiyi harekete geçirecek hayatî kısımlarında hasar yoktu.
Sıra, Rüsûmât vapurunun yüzdürülmesine gelmişti…
İlk iş olarak makine dairesine dolan yağlı sulara dalarak kinistin valflarını yerine koymak ve kapatmak gerekiyordu. Aksi takdirde geminin suyunu boşaltmak imkânsızdı. Gemiyi yüzdürmek, batırmak gibi kolay değildi. Dursun Reis komutanın omzuna dokunarak, “Yüzbaşım, bizim Hamdi diye bir oğlumuz var, derin su balığı gibidir. Tarif et, kinistin valflarını yerine takar, hiç merek etme. Geminin suyunu da biz boşaltırız, üzülme” dedi. Sonunda bu işi yapacak kahraman bulundu. Başçarkçı Arif, Hamdi’ye (Karadeniz) makine dairesinde deliğin yerlerini ve valfın nasıl takılacağını öğretti. Hamdi kirli suların içine dalarak kinistin valflarını bin bir güçlükle yerlerine taktı.
Şimdi geminin içindeki su boşaltılabilirdi. Gemiye getirilen her kap, bakraç, güğüm, maşrapa ne varsa bu maksatla kullanıldı. Ordu ile Batum arasında çalışan İtalyan bandıralı Lloyd Triestino denizcilik şirketine ait “Remo” isimli yolcu vapuru (1895 yılında Avusturya bandıralı Habsburg adıyla hizmete giren bu gemi, 1920’de el değiştirerek İtalyan bandıralı Remo adını aldı) ne tesadüf ki o gün limana geldi.
Remo yükünü indirirken, Dursun Reis ve komutan gemiye çıktılar. Durumu anlatıp kaptandan yardım istediler. Rüsûmât vapurunun serüvenini dinleyen kaptan heyecanlanmıştı. Bu kahramanlara yardım etmemek denizcilik ruhuna ihanet olacaktı. Gemide bulunan devridaim tulumbasını kendilerine ödünç verdi. Birkaç saat içinde Rüsûmât vapuru yüzecek duruma geldi.
SU İYİCE BOŞALDIĞI HALDE GEMİ KENDİ KENDİNE YÜZEMEDİ
20 Ağustos (Cumartesi) 1921 günü Rüsûmât vapurunun kurtarma çalışmalarına devam edildi. Ancak gemi kumluğa o kadar çok oturmuştu ki su iyice boşaltıldığı halde gemi kendi kendine yüzemedi. Tek çare, makinaları var kuvvetiyle çalıştırıp gemiyi yerinden oynatmaktı. Başçarkçı, Ordu Belediyesi’nin halktan topladığı çuval çuval fındık kabukları ile ocaklarını fayrap edip stim basıncını yükseltti. Fındık yağıyla makineler yağlanarak manevraya hazırladı. Gemi komutanı hem makineleri tam yol tornistan çalıştırarak hem de kıçtan attığı tonoz demirini vira ederek gemisini kurtarmayı başardı.
Rüsûmât vapurunun boşaltılmasında ve yüzdürülmesinde başta Hamdi Karadeniz olmak üzere Batı cephesi ile gerekli koordinasyonu sağlayan Nezir Efendi (Nezir Oral), Ali Reis (Ali Türkmen), Hakkı Reis (Hakkı Gürsoy), Civan Ali ve Dursun Reis’in emeği büyüktü.
Rüsûmât vapurunun kıç tarafında küçük bir direği kalmış, baş tarafı yanmıştı. Gemi elden geçirilip yolculuğa hazırlanacaktı. Gemi personeli tüm araçları, aygıtları, düzenekleri elden geçirdi. Köprüüstü kullanılır duruma getirildi. Ayrılma vakti yaklaşıyordu. Güneş batmış, karanlık bastırmıştı. Gemiye kumanya ve sigara getiren Reis, gemi personeliyle vedalaştıktan sonra ağlayarak ayrıldı. Işıklarını söndüren Rüsûmât vapuru kırık direk, kopuk burunla Trabzon’a doğru gecenin karanlığında kayboldu…
“GAZİ” SIFATI TAKILDI
Sahile yakın bir rota izleyen Rüsûmât vapuru, Tirebolu açıklarında düşman karakol gemilerini tespit ettiğinde sahile iyice yaklaşarak kendini gizlemeyi başardı. Trabzon’a vardığında denizcilerin ve halkın coşkun gösterileriyle karşılandı. Rüsûmât vapurunun adının başına bahriyelilerce “Gazi” sıfatı takıldı. Gemi komutanı ve tüm mürettebat mükâfatlandırıldı. Trabzon’da bir gün kalan Rüsûmât vapuru, ertesi gün bakım ve onarım maksatlı Batum’a hareket etti.
Rüsûmât vapuru Ordu’dan ayrıldıktan bir gün sonra Yunan savaş gemileri tekrar Ordu’ya gelmişti. Liman içinde battığına inandıkları Rüsûmât vapurunu arıyor ama batığı bir türlü bulamıyorlardı. Türk gemisinin nasıl olup da ortadan kaybolduğuna akıl sır erdirmek mümkün değildi.
Ertesi gün, yani 22 Ağustos’ta bu kez daha büyük bir Yunan savaş gemisi, Mississippi sınıfı “Kilkis” zırhlısı Ordu Limanı’na geldi. (Resim 9) Rüsûmât vapurunu aradıysa da bir sonuç alamadı. O öfkeyle, Ordu açıklarında demirli “Gülnihal” gemisini aradı ve kimi eşyalarına el koydu.
* Kilkis
Yunan, Ordu’da Rüsûmât vapurunu araya dursun, “O” Batum Limanı’nın mendireğinden içeri girerek gemi düdüğü ile limanı ve limandaki gemileri selamlıyordu. Preveze ve Aydın Reis gambotlarıyla İtalyan Remo yolcu vapurunun hoş geldin düdükleriyle karşılandı. Remo yolcu vapurunun tayfaları herkese Rüsûmât vapurunun Yunan savaş gemilerine oynadığı oyunu anlatmıştı. Aralarından geçtiği gemilerin denizcileri güvertelere çıkarak Anadolu donanmasının bu küçük gemisini ve mürettebatını selamlıyorlardı. Halk sahile üşüşmüş bu heyecanlı manzarayı hayretle seyrediyordu.
Batum’da Rüsûmât vapurunun tamiri için Ruslar çok para istediklerinden bu işi gemi subayları üstlendi. Denizcilerimiz millî hükümetin dar bütçesinden bu kadar paranın çıkmasına razı olamadılar. Gerekli kereste vs. malzeme hariçten alınarak gemiyi kendileri tamir ettiler. Gerekli olmayan yanmış pruva direği büsbütün kesildi, gemi tek direkli kaldı. Rüsûmât vapurunun onarımının bitirilmesi Sakarya’da kazanılan utkuyla aynı günlere denk geldi. 35 gün süren onarımdan sonra cephane taşımaya, yeniden vatan için görev üstlenmeye hazır olan Rüsûmât vapurunun serüveni bu kadarla kalmayacaktı…
Düşman gemilerinin eskiye oranla daha sık devriye dolaştığı ve kıyılarımıza baskın yaptığı bir dönemde, Rüsûmât vapuru 25/26 Eylül 1921 gece yarısı top, cephane, tüfek, mitralyöz gibi silahlarla sessizce Batum’dan batıya doğru yeniden harekete geçti. Düşman gemilerinin arasından yakalanmadan ertesi gün Trabzon’a varmayı başardı.
Buradan aldığı emirle Samsun’a intikale geçti. Düşman gemilerini atlatan Rüsûmât vapuru, 28 Eylül 1921 sabahı güneşin doğuşuyla birlikte Samsun Limanı’na girdi. İtilaf devletlerinin yanında “oyuna” girerek Osmanlı’nın Anadolu’da kalan topaklarının işgaline yardımcı olan/koruma sağlayan ABD, Anadolu’nun Karadeniz’e açılan en önemli Samsun Limanı’nda istasyoner olarak muhakkak bir muhrip bulunduruyordu. O gün DD-224 borda numaralı Stewart muhribi Samsun Limanı’ndaydı. Mürettebat, ağzına kadar silah dolu olduğunu bilmeksizin bu garip gemiyi, ondaki manevî varlığı, şapkalarıyla selamladı. Rüsûmât vapuru liman işçilerinin canla başla çalışmalarıyla cephaneyi çok kısa bir sürede gizlice boşalttı.
* Stewart
Rüsûmât vapuru aynı gün Trabzon’a intikal etmek üzere Samsun’dan avara etti. Türk denizcilerinin ulusal orduya silah yetiştirilmesine engel olamayan Yunan savaş gemileri, kıyı boyunca yaptıkları karakol konseptinde değişikliğe gitmişti. Ara sıra denizden kıyıya doğru birdenbire bir baskın yapıyor ve tekneleri batırıyorlardı. Rüsûmât vapuru dönüş seyri esnasında Ünye ve Vona limanlarına uğrayarak düşmanla ilgili bilgi topladı. Ancak, o gün düşman filosu hiçbir yerde görülmemişti.
O gece olaysız geçti. 29 Eylül 1921 sabahı güneş doğarken Tirebolu’yu bordalayan Rüsûmât vapuru Görele’ye doğru yaklaşıyordu. Hava gittikçe bozmuş, deniz artmıştı. Yıldız’dan esen rüzgâr sertleşmeye başladı. Dalgalar o kadar büyüdü ki gemiyi adamakıllı sallıyordu. Bu sırada düşman karakol gemileri de bölgede bulunmaktaydı. Yağmurun ve havanın yaptığı sis tabakası görüş mesafesini oldukça kısaltmıştı. Rüsûmât vapuru ve düşman gemileri birbirlerinden habersiz biri doğuya öteki batıya doğru ilerlerken birbirlerine yaklaştıklarının farkında bile değillerdi.
Eynesil’e geldiklerinde sis tabakasının ardında birdenbire bir kara duman belirdi. Uzaklık bir ya da bir buçuk mil kadardı. Vardiya subayı Üsteğmen Reşat, ufuktaki görüntülerin belirginleşmeye başladığını rapor etti. Komutan köprüüstüne geldiğinde gemiler tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkmıştı. Kendisini güvenceye almak isteyen Rüsûmât vapuru kıyıya yaklaşmaya başladı. Görele Burnu batısında, Eynesil önlerinde bir kez daha Daphne torpidobotu ve Panthir muhribi ile karşılaşıldı.
Rüsûmât vapuru bu kez yakalanmıştı…
Saatler 09.20’yi gösteriyordu. Trabzon Yoroz Burnu açıklarından gelen düşman gemileri Rüsûmât vapurunun üstüne doğru yol alarak toplarıyla ateşe başladılar. Geminin düşmanın eline geçmemesi için kıyıdaki geniş kumsalda karaya oturtulmasından başka bir çare yoktu. Komutan gemiyi Eynesil deresi ağzında baştankara etti. Karaya otururken ilk isabeti aldı. Mermi baş tarafı bulmuştu. Kinistin valfını açmaya zaman yoktu. Gemi boş olduğundan kıyıya iyice yanaşmıştı. Komutan Yüzbaşı Mahmut, daha önce olduğu gibi bir kez daha “Terki sefine” emrini verdi. Subaylar ve erler kendilerini dalgaların arasına attı. Komutan da gemisinin küpeştesini öptükten sonra kendisini azgın dalgaların koynuna bırakan son kişi oldu. Hem kıyının uzak oluşu hem de soluganlar nedeniyle karaya çıkmakta zorlandılar. Geminin bayrağını beline sararak kurtaran Yüzbaşı Mahmut komutanı, dalgaların arasından gözü pek serdümen Trabzonlu Osman Çavuş kurtardı.
Düşman gemilerinin çok yakın mesafeden attıkları kırk mermiden ancak beş tanesi Rüsûmât vapuruna isabet etti. Irgat parçalandı, sancak baş omuzlukta su kesiminde ufak bir rahne (delik) açıldı. Yaklaşık bir saat süren bombardımandan sonra düşman gemileri Rüsûmât vapuruna yeterince zayiat verdiklerini düşünerek kuzeybatı istikametinde uzaklaştı. Denizin fevkalade dalgalı olması münasebetiyle gemiden hiçbir eşya kurtarılamamıştı. Rüsûmât vapuru boynu bükük dalgaların arasında öylece kaldı. Gemi personeli, Eynesil mahalli hükümeti ve ahalisinin fevkalade yardımları ile iskân edildi.
Komutan Yüzbaşı Mahmut Görele postanesine kadar giderek yaşananları, “Önemli ve acildir” başlığıyla, telyazıyla Trabzon Nakliyat-ı Bahriye Komutanlığı’na bildirdi. Durumu özetliyor ve yardım talep ediyordu. Komutan Binbaşı Fahri Aczi Bey birkaç gün sonra Eynesil’e “Tecrübe” adlı römorkörle bazı araçlar gönderdi. Bu yardım gelene kadar gemi personeli Eynesil halkıyla birlikte gemiyi yüzdürmeye çalıştırsa da dalgalar buna pek müsaade etmiyordu. Tecrübe römorkörünün getirdiği araçlarla çalışmalar hızlandı. Tekne aldığı mermi yarasından sancağa yatmış olduğundan doğrultup yarasını dış taraftan kapamadan gemiyi yüzdürmek olanaksızdı. Bir yandan sular boşaltılıyor bir yandan dalgalar çok daha fazlasını geminin içine sokuyordu. Fırtınalar birbirini izledi. Yorulmadan, yıkılmadan her gün çalıştılar. Ancak su hiç azalmıyordu…
ARTIK RÜSÛMÂT VAPURUNUN KURTARILACAK BİR TARAFI KALMAMIŞTI
Olayın üzerinden on beş gün geçti. 14 Ekim 1921’de, kurtarma çalışmalarının çok ilerlediği bir sırada Daphne torpidobotu ve Panthir muhribi tekrar kara yüzlerini gösterdi. Kıyıya iyice yaklaşan düşman gemileri korumasız, boynu bükük Rüsûmât vapurunu tekrar top ateşine tuttu. Dokuz mermi daha isabet aldı.Büyük çaplı üç tanesi teknenin su kesimine rastladı. Artık Rüsûmât vapurunun kurtarılacak ve onarılacak bir tarafı kalmamıştı. Komutan da, Çarkçıbaşı da gemiden umutlarını kesti. Yunan gemileri de ateşi kesti…
Fahri Binbaşı olay yerine gelerek son durumu gördükten sonra kurtarma çalışmalarına son verdi. Pusula, dümen dolabı gibi işe yarayacak aygıtlar sökülerek Trabzon’a nakledilirken, Rüsûmât vapuru Karadeniz’in azgın dalgalarına teslim edildi. Mürettebat ise yirmi gün sonra bir kotra ile Trabzon’a geri döndü.
Kartal istimbotundan verilen ve Bandırma vapuruyla başlatılan kurtuluşun “Kuvâ-yi Milliye” ruhu Rüsûmât vapurunda vücut bulmuştu. Milli mücadele döneminde yaptığı on seferde 1070 tüfek, 7459 sandık mermi, 993 kasatura, 8 top ve 2244 sandık top mermisini Batı Cephesi Komutanlığı’na ulaştırarak büyük başarılara imza atan Gazi Rüsûmât vapuru, Karadeniz’in karanlıklarında bir batık gemi olarak kaybolurken, bir savaş kahramanı olarak belleklere yazıldı…
* Rüsûmât'ın seyirleri
Mustafa Kemal Atatürk, Karadeniz cephesinde icra edilen deniz harekâtını Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada şu sözlerle takdir ediyordu: “Düşmanın ablukasına ve elinde olan deniz araçlarına rağmen deniz kuvvetleri mensupları harikalar göstererek hiçbir şey kaybetmeden deniz ulaştırmasını sağlamak suretiyle teşekküre şayan hizmetler gördüler.”
Rüsûmât vapurunun dünyada eşi benzeri görülmeyen bu kahramanlığına karşın, batığının bilinçsizce yağma edilmesi ve 1990’lı yıllarda başlanarak 2007 yılında tamamlanan Karadeniz sahil yolu çalışmaları esnasında dolgu alanının altında bırakılmış olması affedilemez. Yöre halkının denizle bağını kesen sahil yolu, tarihle olan bağını da kesmiştir…
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Karadeniz gezisi kapsamında 19 Eylül 1924’de Hamidiye kruvazörü ile Ordu’yu gelişi esnasında karaya ayak bastığı yerde bugün “İlk Adım ve Rüsûmât 4 Anıtı” (Resim 14) bulunmakla birlikte, vapurun aslına uygun yapımı planlanan anıt çalışmasının 2021 yılında icra edilecek 100’üncü yıl anma etkinlikleri öncesinde tamamlanması, Ordu halkının en büyük beklentisidir. Bir Ordu-Fatsa’lı olarak tabi ki benim de…
* Hamidiye
* Atatürk Ordu'da
* İlkadım ve Rüsûmât 4 Anıtı
KAYNAK
1. Daniel Panzac, Osmanlı Donaması (1572-1923), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018.
2. “Rüsûmât No: 4’e Ait Bilgi ve Kayıtlar”, https://www.dzkk.tskntr/icerik.php?icerik_id=486&dil=1.
3. Arif Büyüktuğrul, Büyük Atamız ve Türk Denizciliği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1969.
4. Arif Büyüktuğrul, Osmanlı Deniz Harp Tarihi ve Cumhuriyet Donanması Cilt-4, Deniz Basımevi,1984.
5. Erol Mütercimler, Bu Vatan Böyle Kurtuldu, Alfa Yayınevi, 2009.
6. Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi, 2005.
7. “Rüsumat No: 4 Gemisi Olayı”, //orduarastirmalari.blogcu.com/rusumat-no-4-gemisi-olayi/6966419.
8. Hikmet Pala, “Rüsûmât No:4 Vapurunun Kaptanı Yüzbaşı Mahmut Beyin Hatıraları”, //www.orduolay.com/yazarlar/hikmet-pala/rusumat-no-4-vapurunun-kaptani-yuzbasi-mahmut-beyin-hatiralari/1700.
9. Süleyman Beyoğlu, İki Devir, Bir İnsan, Ahmet Faik Günday ve Hatıraları, Bengi Kitap Yayın, 2011.
10. //www.ordukentgazetesi.com/author_article_print.php?id=1966.
11.“Kurtuluş Savaşı’nın “Karabat”ı; Rüsûmât No: 4”, //www.orduolay.com/tarihte-bugun/kurtulus-savasinin-karabati-rusumat-no-4/46756.
12. İbrahim Dizman-Hikmet Pala, Kurtuluş Savaşı’nın Kahraman Gemisi Rüsûmât No:4, 2018.
13. https://www.youtube.com/watch?v=yKIFtpDLpbE.
14. //www.hellenicnavy.gr/en/history-tradition/history-of-hellenic-navy.html.
15. https://picclick.it/Nave-Lloyd-triestino-ROMOLO-nuova-ottimo-stato-piccola-112319705109.html.
16. Mustafa Hergüner, Kurtuluş Savaşında Deniz Şehitlerimiz ve Kahraman Gemilerimiz, Deniz Basımevi Müdürlüğü, 2008.
17. “Kurtuluş Savaşı Döneminde Denizcilik Faaliyetleri”, Serdar Hüseyin Sayar, Ankara Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2007, //acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1548/2178.pdf?show.
Bora Serdar